Prof. Dr. Reşat Öngören: “İnsanın Dünyada Çektiği Birtakım Çileler Onun Ruhen Olgunlaşmasında Etkili”
İnsanın rûhen ve zihnen olgunlaşıp erdemli birey haline gelmesinin bir vesilesi olarak kabul edilen inzivanın tasavvuf ve Hz. Peygamberin hayatındaki önemine işaret eden tasavvuf araştırmacısı Prof. Dr. Reşat Öngören, “Halktan uzaklaşarak belli bir süre yalnız yaşamanın ilk örneğini vahiy öncesinde Peygamber Efendimizde görmekteyiz.” diye konuştu.
Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Reşat Öngören, dünya ilişkilerinden ve sosyal çevreden uzaklaşarak yalnız yaşamayı ifade eden ‘inziva’ hakkında bilgi verdi.
‘İnziva’nın rûhen ve zihnen olgunlaşıp erdemli birey haline gelmenin bir vesilesi olarak kabul edildiğini ifade eden Prof. Dr. Öngören, ‘Uzlet’ kavramıyla da ifade edilen bu hayat tarzının tasavvuf geleneğinde önemli bir yere sahip olduğunu dile getirdi.
Tasavvufta inziva 40 gün
Tasavvuf eğitimindeki yaygın kullanımının ‘halvet’ olduğunu kaydeden Prof. Dr. Öngören, tasavvuf eğitiminde inziva konusunu şöyle anlattı:
“İnzivâ/Halvet sırasında derviş, rehberin yönlendirmesiyle yalnız başına bir köşede çok az gıda ve çok az uyku ile derin tefekkür içinde günler geçirir ve sosyal çevresiyle her türlü ilişkiyi keser. Amaç dünya hayatında insanı rûhen ve zihnen yıpratan sınırsız istek ve arzularını kısıtlamayı yaşayarak öğrenmek, böylece gönlünü, zihnini dünyevî bağlardan kurtarıp olgunlaşmaktır. Bunun için dervişin rehber tarafından belirlenen süreyi sabırla tamamlaması beklenir, eğer belirlenen süre dolmadan ayrılırsa tekrar başa dönülür.”
‘Çile doldurmak’ ve ‘Çile çekmek’ tabirleri inzivadan geliyor
Kişinin erdemli bir birey haline gelmesi için uygulanan halvetin üç gün, bir hafta, on gün, kırk gün gibi değişik süreleri söz konusu olduğuna değinen Prof. Dr. Öngören, “Farklı süreler dillendirilse de tasavvuf eğitiminde benimsenen en yaygın şekli kırk gündür. O yüzden halvet kavramı yerine Arapça kırk rakamını ifade eden ‘erbaîn’ ya da Farsça kırk anlamına gelen ‘çihil’ kavramları da kullanılmıştır. Çihil kavramı dilimize ‘çile’ şeklinde geçmiş ve bu şekliyle kullanımı Türk dilinde halvet hayatını da hatırlatır nitelikte bazı deyimlerin dolaşıma girmesine sebep olmuştur. Nitekim zorlu ve sıkıntılı hayat tarzını ifade için ‘çile doldurmak’ ve ‘çile çekmek’ tabirleri, olumsuz bir durum karşısında sabredemeyip kontrolden çıkma anlamında da ‘çileden çıkmak’ deyimi yaygın olarak kullanılır. Tasavvufta ‘çileden çıkma’ ifadesi, dervişin sabredemeyip belirlenen süreyi doldurmadan halveti bırakması anlamına gelir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki tasavvuf eğitiminden bağımsız olarak insanın dünyada çektiği birtakım çilelerin onun ruhen olgunlaşmasına birebir etkisi olduğu da çokça müşahede edilir.” açıklamasını yaptı.
Hz. Peygamberin inzivâsı Kur’an’ın ilk ayetlerini kendisine getirdi
Prof. Dr. Reşat Öngören, Hz. Peygamberin inzivasına da atıfta bulunarak, bu inzivayı şöyle anlattı:
“Halktan uzaklaşarak belli bir süre yalnız yaşamanın ilk örneğini vahiy öncesinde Peygamber Efendimizde görmekteyiz. Yanına aldığı bir miktar azık ile Mekke’nin kuzeydoğusundaki Hira dağına çekiliyor, orada bir mağarada yalnız başına günlerce tefekküre dalıyordu. Onun bu hali toplumun içine düştüğü kötülüklerden uzaklaşarak Allah’a samimiyetle kulluk yapmak anlamında ‘tahannüs’ kavramıyla ifade edilir. Belli aralıklarla üç sene kadar sürdüğü belirtilen bu inzivâ sırasında vahiy meleği ilk defa burada gelmiş ve Kur’an’ın ilk ayetlerini kendisine getirmiştir. O yüzden onun bu inzivâsı peygamberliğe ruhen hazırlık olarak kabul edilir. Peygamber Efendimiz vahiyden sonra da Ramazan aylarının son on gününde inzivâ hayatını sürdürmüştür ki buna ‘îtikâf’ denilir.”
Nihâî maksat; “Hak ve hakikatle buluşma, halktan uzaklaşarak Hak ile baş başa olmak”
Tasavvuf araştırmacısı Prof. Dr. Reşat Öngören, tasavvuf eğitimi sırasında bir müddet inziva/halvet halinde kulluğu gerçekleştirmekten nihâî maksadın ‘Hak ve hakikatle buluşma, halktan uzaklaşarak Hak ile baş başa olma’ amacını güttüğünü dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Zira insan dünyevî alakalarını azalttığında Hak ile birlikteliğin daha çok farkına varır; Allah’ın her yerde ve her an onunla birlikte olduğu gerçeğini içten hissetmeye başlar. Bunun kemal noktası Allah’ı kalbinde hazır bulmak anlamında ‘huzur’ dur. Türkçede ‘mutluluk ve hoşluk hali’ olarak kullanılan ‘huzur’ un esasen Allah’ın huzurunda olmayla ilişkisi vardır. Nitekim kulun Allah huzurunda olması onun için müstesna bir sevinç, hoşluk ve mutluluk halini beraberinde getirir.
Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Allah’ın Mûsâ peygambere hitaben ‘Nedir o sağ elindeki ey Mûsâ?’ sorusuna ‘O benim asâmdır. Ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim, ona başkaca ihtiyaçlarım da var…’ (Taha 17-18) şeklinde sorulmayan şeyleri de açıklayarak sözü uzatması, huzurda biraz daha fazla kalarak derin mutluluk halini uzatmaya yönelik olduğu belirtilir.”
İnzivâ ve modern hayat
Prof. Dr. Öngören, inzivâ/halvet hali belli aralıklarla tekrarlandıkça derinden hissedilen huzur halinin inziva sonrasında da devam edeceğinin kabul edildiğini anlatarak, sözlerini şöyle tamamladı:
“Tasavvufta buna halkın arasında dünyevî işler ile meşgul olurken bile Allah ile beraberliği devam ettirmek anlamında ‘Halvet der Encümen’ denilmiştir. Dolayısıyla inzivâya çekilmekten maksat ömür boyu münzevî yaşamak değil, dünya hayatını halkla birlikte, onlara da örnek olarak ‘huzur’ içinde geçirmektir.”
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı